Özet
Anadolu’da, 1923’te, yıkılan Osmanlı İmparatorluğunun kalıntıları üzerine kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nde, “Ulus Devlet” modelinin benimsenmesi ve “Türk” etnik kimliği baz alınarak yapılan kimlik tanımı sayesinde tek tip bir toplum yaratma çabası ortaya çıkmıştı. Bugün gelinen noktada ise, küreselleşmenin de etkileri ile, çok kültürlülüğün anlaşılmaya çalışılması ve kültürler arası iletişimin sağlıklı zeminlere taşınması yoluyla bütünleşmenin sağlanabileceği anlayışı gelişmektedir. Çok etnikli bir yapının tek tip bir topluma dönüştürülmesi de dil ve kültürel zenginlik kaybına yol açmaktadır. Diğer yandan toplum içerisindeki çeşitli kültürlerin birbirileri ile çatışmasını önlemek ve siyasi manipülasyonlara karşı mücadele edebilmek için de kavramları doğru ifade etmek ve anlamlarının herkesçe aynı anlaşılmasını sağlamak gereklidir. Bu bağlamda bir örnek olarak, “Çerkez” kelimesi ve tanımlarının oluşturduğu karmaşa incelenerek bu etnik kültürün bireylerinin günümüzdeki kimlik sorunu irdelenmeye çalışılmıştır.
Anahtar kelimeler: Kimlik, Çerkez, Bütünleşme, Çok kültürlülük, Kafkasya, Transkafkasya.
GİRİŞ
Sosyal bilimlerin göreceliliğinin getirdiği zorluklar, kavramların ve terminolojinin tutarlı ve herkesçe aynı ifade edilmesi ile aşılabilir. Herhangi bir dilde bulunan en basit kelimelerin anlamları için bile göreceliliğin söz konusu olduğu bu alanda bunu sağlamak oldukça zordur. Fakat sosyal bilimlerin günümüzdeki konumu ve toplumların yaşam kalitesine kattığı değerler, bu göreceliliğe rağmen bilginin doğru ifadesi için gösterilen gayretler sonucudur.
Kavramlar ve terminolojinin kullanımına yönelik olarak yapılan hatalar, olguların anlaşılmasını güçleştirmekle kalmayıp bilgi karışıklığından yanlış anlaşılmalara kadar birçok soruna neden olabilmektedir. Özellikle göç sosyolojisi gibi bir konuda yapılacak kavramsal hatalar, etnik, antropolojik ve kültürel yapıların olduğundan farklı algılanmasına sebep olabilmekte, ortaya çıkan sosyal bulguları da gerçeklikten uzaklaştırarak somut değerler ortaya koyabilmeyi güçleştirmektedir. Durkheim’e göre, toplumda yer etmiş önyargılarla ve siyasi manipülasyonlarla savaşabilmek için kullanılan sözcüklerin kesin bir tanımını yapmak, siyasi angajman ile bilimsel faaliyeti birbirinden ayırmanın ilk koşuludur (Beaud & Noiriel, 2003). Doğru terminoloji oluşturulmaz ya da kullanılamaz ise ortaya çarpık, anlamsız veya tutarsız sonuçlar çıkabileceğinden bir uzlaşma veya tartışma da söz konusu olamaz.
Genel olarak, etnik gruplar, ortak kültüre, benzer yaşam biçimine sahip olan ya da benzer kökene ve tarihsel mirasa sahip olduklarına inanan iç-evli[1] veya içe kapalı gruplar olarak tanımlanmaktadır. Bu tanımlamaya göre ortak ya da benzer olanın bilinebilmesi için farklılıkların da bilinmesi gerekmektedir. Birbirinden çok farklı koşullarda ve toplumsal ortamlarda ortaya çıkan bütün farklı oluşumların hepsini birden kapsayacak analizlerin yapılması ve farklılıklara bağlı olarak çıkabilecek olası çatışmaları önleyici, evrensel ilkelere uygun politikaların geliştirilmesi de oldukça zor olmaktadır. Bu nedenle her “etnik” grubun oluşum ve kuruluş koşullarının gerçekçi olarak incelenmesine gerek vardır (Erder, 1997, s. 42-48). Bu anlayışla yapılacak araştırmalar ışığında geliştirilecek tanımların, farklı etnik kimliklerin ve bu etnik kimliklerin birbirileri ile olan ilişkilerin doğru anlaşılmasında belirgin bir rol oynayacağı öngörülebilir.
Etnik kimliğin oluşumuna temel teşkil eden etnik grup kavramı yalnızca aynı ırktan olan bireylerin oluşturduğu bir yapı değildir. Biyolojik bağlardan ziyade dil, din, gelenekler ile birlikte mimariden edebiyata kadar tüm tarihsel ve kültürel bileşenlerin bir bütünü ile oluşan bir kavramdır (Erkal, 2001). Gelişmiş ülkeler tarihi tecrübeleri ile, etnik grupları yok saymanın ve onlara baskı uygulamanın şiddet ve sosyal patlamayla neticelendiğini öğrenmişlerdir. Oysa egemen anlayış etnik gruplara kendini ifade için alan tanırsa, etnik gruplar uzun dönemde egemen kültüre daha sağlıklı bir biçimde bütünleşebilmektedir (Çelik N. , 2013). Çağdaş toplumların en belirgin özelliklerinden biri olan çok kültürlü toplum yapıları göç ve göçmen olgusunun bir sonucudur (Çağırkan, 2016). 1960’lı yıllardan itibaren gelişen çoğulcu anlayış ve postmodernizm, küreselleşmenin bugünkü yapısına ulaşmasında temel rol oynamıştır. Farklılıkları zenginlikler olarak algılayan postmodern düşünce, ulusalcı düşüncenin (bir diğer deyişle modern düşüncenin) oluşturduğu baskıcı rejimin doğurduğu çatışmalara zıt olarak, farklı etnik yapıların eşit haklar zemininde birlikte yaşamalarını kolaylaştırmaktadır (Özdemir, Şimşek, & Aktaş, 2008).
Bu çalışmada Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan önce, Çarlık Rusyasına karşı verdikleri mücadeleyi kaybederek, Osmanlıya göç etmek zorunda bırakılan Çerkez[2] halkı için kullanılan tanımlar ve kavramlar incelenmiştir. Çerkezler üzerine yazılan bazı akademik yazılarda, tanımlar ve kavramlar ile ilgili belirgin tutarsızlıklar görülebilmektedir. Bu durum Çerkez toplumunun Türkiye Cumhuriyeti’nin gelişme ve kalkınma sürecindeki sosyal ve kültürel rolünün anlaşılmasını engellemekte, beraberinde, ülkede yaşayan diğer etnik gruplar arasında da kolayca politize edilebilmesine de zemin hazırlayıcı nitelik taşımaktadır.
Buna en belirgin örneklerden biri olarak Gülsen Demir ve Semra Bolat’ın “Çerkezler’de Kimlik ve Aidiet” adlı çalışması gösterilebilir. Makalenin özetinde, etnik kimlik tanımı, kişinin kendini “kim” ve “ne” olarak gördüğü ile ilgili olarak değerlendirilmiş ve bu bağlamda Çerkez kökenli grupların etnik araştırmaları açasından önemli bir örnek teşkil ettiği belirtilmiştir. Sonrasında ise Çerkez kelimesi bir üst kimlik olarak tanımlanmış ve şu şekilde ifade edilmiştir:
“… Çerkezleri sosyolojik olarak bugün bile henüz millet ya da milliyet olarak nitelemek zor görünmektedir. Çünkü Çerkez kimliği adeta bir üst kimliktir. Bu üst kimlik ya da şemsiye altında 50 civarında boy vardır. Bunlardan bazıları; Abhaz, Oset, Ubıh, Kabartey Balkar, Şapsığ, Çeçen, Bjedug, Besleney, Cemguy vs. adlarını taşımaktadır. Çerkez diye bir millet ya da milliyet yoktur. …”
Yazar bu önsözde, Çerkez kimliğini bir üst kimlik olarak tanımlarken, dayanak olarak kişilerin kendilerini kim ve ne olarak gördüğünü baz aldığını belirtmektedir ve ardından “Çerkez diye bir millet” olmadığına sadece Aydın ilinin üç Çerkez köyünde yapılan bir araştırmada toplam otuz kişi ile yapılan röportajlarla karar vermiş gibi görünmektedir (Demir & Bolat, 2017). Bu karar verilirken, röportaj yapılan bireylerin kimlik konusunda zaman içinde farklılaşmış olabilecekleri, yaşamlarını idame ettirdikleri bu çevrede günlük hayatlarında sürekli etkileşimde bulundukları diğer etnik kültürler ile herhangi bir bütünleşme etkileşimi içinde olup olmadıkları veya bütünleşmeye zorlanıp zorlanmadıkları gibi durumların irdelenmemiş olduğu anlaşılabilmektedir. Yine bu yayının yapıldığı tarihte örgün öğretim kurumlarında “Yaşayan Diller ve Lehçeler – Adıgece” adıyla ve Düzce Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Kafkas Dilleri ve Kültürleri bölümünde anabilim dalı olarak var olan Çerkez diline (Çerkezceye) “yok” demek hatalı bir tanımlamanın sonucudur. Üstelik aynı çalışmanın devamında yine yazının önsözünde belirtilen 50 civarında boy tezini çürütecek nitelikteki Çerkez adının nereden geldiğine ve kapsamına dair çeşitli kaynaklardan alıntılara da yer verilmiştir. Bu bilgiler ışığında 18. sayfada ise yine “Çerkezce diye bir dil yoktur” tezini çürütecek nitelikte Kafkas dilleri ailesi hakkında bilgilere yer verilmiştir (Demir & Bolat, 2017, s. 15-18). Yalnızca belirli bir bölgede otuz kadar kişiye sorulan sorulara alınan cevaplarla varılan bu sonuçlar böylesine kesin yargı içeren bir genelleme için yeterli midir? Yoksa amaç sosyolojik bulguları saptırma ve siyasi bir manipülasyona zemin hazırlama gayreti midir? Şüphesiz bu sorular çoğaltılabilir. Buradaki çarpıklığın temelinde, Türkiye’de bugüne kadar Çerkez tanımının doğru yapılamamış olması yatmaktadır.
Türk Dil Kurumunun Büyük Türkçe Sözlüğünde “Çerkez” sözcüğü “Kafkasya’da yaşayan bir boy veya bu boydan olan kimse.” olarak tanımlanmaktadır (TDK, 2019). Farklı akademik yayınlarda farklı tanım ve yorumların bulunuyor olması, TDK’nın da bu kelimenin anlamını sözlüklerde doğru şekilde yazabilmesini de engelleyici niteliktedir.
Çerkezler hakkında yapılan çalışmalar arasında Kaya’nın 2007 de
“XVII. yüzyıldan bu yana ‘Çerkes’ sözcüğü, etnik köken ayrımı gözetmeksizin Karaçay, Balkar, Dağıstan, Adigey, Kabartey veya Abhaz olsun Kafkasya’da yaşayan müslümanların tamamına verilen adı ifade etmekteydi.” (Kaya, 2007),
şeklinde ifade ettiği ve diğer bu konuda yapılan çeşitli çalışmalarda da karşılaşacağınız Çerkez tanımı için 2015 yılında fikrini değiştirmiştir. Bu yeni çalışmasında 13. ve 14. Yüzyıllarda tam olarak kime Çerkes dendiğini tahmin etmenin çok zor olmadığını belirten Kaya, Çerkesya veya Çerkezistan diye bilinen Kuzeybatı Kafkasya’nın o dönemde hemen hemen tek etnili bir bölge olduğuna işaret etmektedir. Abazalar ve Karaçay-Balkarları bölgeye o tarihlerden itibaren yerleştiğini vurgulayarak, Nogayların ise bölgeye daha sonraki yüzyıllarda yerleştiğini belirtmektedir. Bu nedenle söz konusu bölgede yaşayan halka ‘Çerkes’ denildiğinde, bölgede yaşayan başka grupların mevcut olmadığını belirten Kaya, Çerkez kimliğini tanımlarken:
“18. Ve 19. Yüzyıllarda da ‘Çerkes’ adı altında, farklı örnekler olsa da genel olarak belli bir halk kastedilmiştir. Çerkesler ile aynı coğrafyada yaşayan Abazalar, Karaçay-Balkarlar, Nogaylar bile birçok kaynakta Çerkeslerden ayrılır. Daha uzak coğrafyalarda yaşayan Osetlere, Çeçenlere, Dağısanlılara tarihte ‘Çerkes’ denildiği iddiasının hiçbir bilimsel dayanağı yoktur ve bugünden geçmişe bakarken diasporada geliştirilen adlandırmalardan esinlenilerek yapılan birtakım yanlış adlandırmalar olduğu söylenebilir.” (Kaya, 2015, s. 136),
diyerek net bir açıklık getirmiştir. Bu değişimin sebebinin, Kaya’nın zaman içerisinde yaptığı araştırmaların sonucu elde ettiği bilgiler olduğu açıkça görülebilmektedir.
Rusya Federasyonu Adıge Cumhuriyeti akademisyenlerinden Samir Hotko da “Çerkeslerin (Adıgelerin) Tarihi” adlı kitabında, Çerkezlerin ilk çağlardan günümüze gelinceye kadarki tüm dönemlerini anlatırken, “Çerkes” ve “Adıge” kelimelerini aynı milleti tanımlamak için kullanmaktadır. Yazar, farklı dönemlerdeki Çerkez medeniyetlerinin adlarını, coğrafyalarını, her bir döneminde diğer devletler ile olan ilişkilerini anlattığı bu kitabında Çerkez etnik kimlik adının, özgün anlamı ile, çeşitli boylardan oluşan, ancak lehçe-şive ağız farkları ile birlikte aynı dili konuşan tek bir milletin adı olarak kullanıldığını belgelendirmiştir. (Hotko, 2015).
Başka bir söylem olarak ta, Çerkez kelimesinin Adıge, Ubıh ve Abhazlar kapsayan bir anlam ifade ettiği görülmektedir (Şahin, 2016). Ubıhlar19.yy da Adıgeler ile birleşmiş olmakla birlikte Abhazlar için böyle bir kaynaşma olmamıştır. Ubıhlar Adıgelerin arasında Çerkezce öğrenip bütünleşirken, Abhazların Adıgeler arasına karışan azınlık bir grubu dışında kendi dillerini ve özgün kültürlerini halen yaşatmaktadırlar. Bugün henüz Türkiye’nin resmen tanımadığı de facto[3] konumunda bir ülke olan Abhazya Cumhuriyeti de bunun doğal kanıtıdır. Dolayısıyla bu tanım da sosyolojik ve antropolojik olarak geçerliliğini yitirmektedir.
CUMHURİYETİN İLK YILLARINDA TÜRKLEŞTİRME POLİTİKALARI VE ÇERKEZLER
Rus-Çerkez[4] savaşlarının son bulduğu 1864 döneminde savaşı kaybeden Çerkezler, Osmanlı topraklarına kitlesel olarak göç etmeye zorlandıktan sonra, kısa sürede, yeni geldikleri Balkanlar ve Anadolu topraklarında da kendilerini Osmanlının dağılma ve çöküş dönemindeki mücadelelerin içinde bulmuşlardır (Bolat, 2013) (Kaya, 2015, s. 141). Bazı Çerkez grupları, kendilerinin vatanlarını kaybetmesine sebep olan ortak düşman Çarlık Rusya’sına karşı Osmanlı hanedanlığını desteklemeyi tercih ederken, diğer birçok Çerkez kişi ve grupları da Mustafa Kemal Atatürk’ün yanında yer alarak yeni bir devlet olacak olan Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda emek sarf etmişlerdir (Ünal, 1996, s. 13). O dönemde birbirleri ile iletişim imkanları zayıf ve kısıtlı olan, farklı coğrafi konumlarda yerleştirilen Çerkezlerin bulundukları yöreye ve mevcut ilişkilerine göre farklı politik çevreler tarafında tavır almaları doğal bir durumdur. Öyle ki bu durum ve taraflaşma[5] konusunda, 1921 sonrasında sahneyi etnik Türk kimliği temelli millet tanımına ve Türkleştirme politikalarına bırakarak Çerkez kimliğini sorunlu ve tehdit olarak gören bir siyasal sistem için, kendi etnik kültürlerinden olanlar ile dahi çatışacak ve hatta öldürecek kadar da ileri gitmişlerdir. Tüm bunları yaparken Çerkez kimlikleri ve etnik aidiyetlerini başka bir etnik kimlik olan Türk veya Osmanlı kimliği için kullanmışlardır. Bu konudaki en belirgin iki örnek olarak, Padişahın kurduğu Hilafet Ordusu’nda görev alan Ahmet Anzavur ile Mustafa Kemal’in öncülüğünde yeni kurulacak devlet için çalışan Ethem Bey gösterilebilir.
Emekli Jandarma Binbaşısı olan Ahmet Anzavur Manyas-Gönen çevresinde Kuva-yı Milliye’ye karşı bir güç oluşturmak için görevlendirilmişti (Ertan & Bulut, 2015, s. 33). Kendisi saltanata ve halifeye bağlı olan Anzavur’un bu yeni oluşumu illegal bir örgüt olarak görmesi normaldir. Sonuçta dini görüşü ve duygularıyla biat ettiği Halifesinin yolunda savaşmakta idi ve Türkiye Büyük Millet Meclisi açılışından önce verilen fetvalar da bu yönde idi (Çelik, 2007, s. 590). Öte yandan Ethem Bey’in, başından beri yeni kurulacak bir devlet için çalışırken, Kuva-yı Seyyariye komutanı olarak Anadolu’da düşmanlara karşı yaptığı savaşlar ve bastırdığı ayaklanmalar ile Mustafa Kemal ve arkadaşlarına büyük destekleri olmuştur. Anzavur isyanlarında da yine tamamı Çerkezlerden oluşan birliği ile birlikte, Albay Kazım, 56. Tümenden Yarbay Rahmi gibi isimlerin yanında, kendisi gibi Çerkez kökenli olan Anzavur ve birliklerinin isyanını, Kuva-yı Milliye müfrezeleri ile beraber bastırmıştır (Çelik, 2007). Görüldüğü üzere bu iki isim henüz sonucu belli olmayan bir güçler savaşında taraf olmuşlardır.
Fakat koşullar değişince, hain ilan edilirken adı Ethem Bey yerine Çerkez Ethem olmuştur. Bunun sebebi, dönemin politikaları gereği Türk etnik kimliğini öne çıkaran bir millet tanımının kabul edilmiş olmasıdır. İlgili dönemde Avrupa ve Dünya’da da popüler olan ulus devlet kavramı, Tek etnik yapılı bir ulus devlet modelinin benimsendiği Türkiye Cumhuriyeti’nin doğmasında etkili olmuştur (Güldiken, 2006). Teoride Türk etnik kimliği yeniden tanımlanırken, ırksal, siyasal veya tarihi bağlardan soyutlanarak sadece aynı kültürü benimsemiş insanlar etnik grup olarak kabul edilmiştir (Aktar, 2018, s. 61). Ancak pratikte pek de öyle olmamış, istenilenin aksine Türk etnik kökenli vatandaşların belirli bir zümresinin güçlenmesini sağlarken, Çerkez ve diğer etnik kimlikli vatandaşlara yönelik sosyal sorunların yaşatılmasına zemin hazırlamıştır. Özellikle 1928’den 1940’lı yıllara kadar devam eden “Vatandaş Türkçe Konuş” kampanyaları (Sepetcioğlu, 2011) gibi uygulamalar Anadolu’da kendi etnik kültürünü korumak ve yaşamak isteyen diğer etnik grupların, vatandaşlar arasında ötekileştirilmesine ve günlük yaşamlarında baskılara maruz kalmalarına neden olmuştur. Sepetçioğlu’nun aktarımıyla Tan gazetesinin 4 Mart 1937 tarihinde yayınlanan ve gazetenin baş yazarı Ahmet Emin Yalman tarafından yazılan makalede kullandığı ifadeler bu iddianın somut kanıtı niteliğindedir. Makalede her ne kadar Gayrimüslim azınlıklar hedef alınıyor gibi gözükse de ana dili Türkçe olmayan topluluklardan da Türkçe konuşması istenmiştir:
“Memleketin her yerinde itiraz uyandıran mesele, muhacir sıfatıyla hariçten memlekete gelen vatandaşların eski yurtlarındaki itiyatlar sevkile Rumca, Boşnakça, Arnavutça ve Çerkezce gibi lisanlar konuşmalarıdır. Memleketin siyasi ve içtimai birliği ve ahengi namına bu itiyatlarla en şiddetli bir tarzda mücadele etmek zaruridir. Memleketimizin birçok yerinde çirkin bir mozaik vaziyetine tesadüf ediliyor…” (Sepetcioğlu, 2011, s. 90).
Oysa Cumhuriyetin kurulması için mücadele eden birçok Çerkez’de Millî Mücadele[6] döneminde bu Türklük çatısı altında aktif görevler almışlar, içinde bulundukları siyasal akımın etkisinde kalarak kendi kimliklerini siyasal olarak tanımlanan yeni Türk etnik kimliği ile bütünleştirme gayreti içine girmişlerdir. Kurtuluş savaşında öne çıkan Çerkezlerden bazıları olarak Şhapli Hüseyin Tosun, Şhapli Hüseyin Kadri, Baj Zekeriya Zihni, Hatko İsmail Canbulat gibi isimler sayılabilir (Ünal, 1996). Bunun yanında aydın Türk kadınlarının öncüleri ve milli mücadelenin emektarları olan bazı kadın aydınlar da Çerkez kökenlidirler. Bunlara örnek olarak Hayriye Melek Hunç, Seza Pekhu, Halide Edip Adıvar sayılabilir (Altın, 2016).
Ancak ne yazık ki milli mücadele yıllarında canla başla Anadolu’nun düşmanlardan temizlenerek tekrar bağımsızlığına kavuşması için çalışan Çerkezler, yeni kurulan hükümet tarafından sorun olarak görülen Anzavur ve Ethem gibi isimler üzerinden hainlikle suçlanarak adeta damgalanmışlardır. Hangi tarafta olurlarsa olsunlar, yine bu ülkenin birliği için savaştıkları ve milletin birliğini savundukları halde ırkçı temelli ulusalcı politikaların mağduru olmuşlardır. Dikkat edilirse Anzavur da Ethem de aslında Çerkez toplumu için değil, Osmanlı ve Türkiye için mücadele etmişlerdir. Bu iki örnek isimin eylemleri incelendiğinde bu eylemlerin “Çerkez Kimliği” ile bağdaşır bir tarafı bulunamamaktadır. Ancak bu durum ve anlayış günümüzde bile, bazı ırkçı düşünen kişi ve gruplar tarafından, Çerkezlerin ötekileştirilmesine, düşmanlaştırılmasına veya siyasal manipülasyonlara alet edilmeye çalışılmasına zemin oluşturmaktadır. Örneğin 2015 Ağustos ayında Ata Eğitim ve Bilim Çalışanları Sendikası’nın resmî sitesinden ve Facebook üzerinden yaptığı bazı yayınlarda bu yaklaşım tarzı açıkça görülebilmektedir (ATASEN, 2015). Bir diğer örnekte gazeteci, yazar Fatih Altaylı Teke Tek adlı televizyon programında yaptığı bir söylem üzerine Çerkez kamuoyundan tepkiler almış, aldığı tepkilere verdiği cevapta da aynı tutumu sürdürerek farklı kültürleri sorun olarak algıladığı açıkça anlaşılabilecek ifadeler kullanmıştır (Haber 46, 2018).[7]
1934 yılında yürürlüğe giren Soyadı Kanunu da Türkleştirme politikalarına uygun olarak hazırlanmış ve Türkçe olmayan soy adları da yasaklanmıştır (Kömürcü, 2018). Bu uygulama sonucu Türkiye’de yaşayan Çerkezler binlerce yıllık geleneklerine göre kullandıkları orijinal soy adlarının yerine kendilerine verilen Türkçe soy adlarını kullanmak zorunda bırakılmıştır. Aynı babadan olma kardeşlerin farklı köylerde yaşayan soyları farklı soy adları ile kaydedilmiştir. Geleneklerinde akraba evliliğine izin vermeyen Çerkez toplumu için soy ve akrabalık takibi, aynı ailelerin farklı kollarından doğan yeni nesillerinin birbirilerini tanımaları zorlaşmıştır.[8]
Anadolu’daki diğer etnik kültürler gibi, Çerkezler de Türkleştirme politikalarına maruz kalmışlardır. Tek Parti Dönemi’nin başlangıç yıllarında “biz”, Kemalistler tarafından “Türk etnik kimliğine dahil olanlar” olarak tanımlanırken, yüzyıllardır kendi dini ve etnik kimliklerini muhafaza ederek yaşamış olan gayrimüslimler de “diğer/öteki” olarak tanımlanmışlardır. Bu anlayışa göre Tek Parti Yönetimi tarafından uygulamaya geçirilen Türkleştirme politikaları, Anadolu’da yaşayan tüm Müslüman grupları (Laz, Kürt, Çerkez vs.) etnik olarak Türk kabul ediyor görünürken, gayrimüslim azınlıklar açısından da ayrımcı ve azınlık karşıtı özellik göstermiştir. Bu uygulamaları Yahudiler, Rumlar Ermeniler gibi belirli bir etnik veya dini gruba karşı olarak tanımlamak mümkün değildir. Kemalist milliyetçilik anlayışında “Türkleştirilemeyen” her toplumsal gruba istisnasız “ayrımcı muamele” yapılmıştır (Aktar, 2018, s. 137-138). Bu uygulamalardan henüz tam olarak bütünleşememiş olan (Türkçe konuşamayan, kendi öz kültürü ve dili ile yaşamaya devam eden) Çerkezler de direk ya da dolaylı olarak etkilenmişlerdir.[9] Cumhuriyet gazetesinin 21.05.1936 tarihli “Gönende herkes türkçe konuşacak” başlıklı haberi anadil yasağının diğer azınlıklar gibi Çerkezleri de “ötekileştiren” bir uygulama olduğunu göstermektedir (Time Turk, 2013).
Bu gibi politikaların sonucu olarak dillerini ve kültürlerini yaşamak konusunda sıkıntıya düşen Çerkezler, ya Çerkez etnik kimliğini terk ederek Türk etnik kimliği ile bütünleşme eğilimi göstermişlerdir ya da Türkiye’nin Kafkasya’ya ve Kafkasyalı Müslüman azınlıklara yönelik politikalarının etkisinde yeniden bir Çerkez kimliği dizayn etmeye çalışmışlardır.
Türk ordusunda saygın bir subay olan Çerkez asıllı General İsmail Berkok, Tarihte Kafkasya adlı eserinde “Her Adige Kirkas (Çerkeş)’dir. Fakat her Kirkas (Çerkeş) Adige değildir.” (Berkok, 1958, s. 65) diyerek Çerkez ve Adıge adlarının farklı anlamlarda algılanmasına önayak olmuştur. Yine 1918 de kurulan Kuzey Kafkas Cumhuriyeti’nin (KKC, 2018) sisyasi yapısı gereği de Çerkez ismi siyasi anlamda tüm Kuzey Kafkasyalılar için kullanılmaya başlanmış olsa da bunun sosyolojik ve antropolojik olarak bir karşılığı bulunmamaktadır.
GÜNÜMÜZDE KARIŞTIRILAN KAVRAMLAR: KAFKASYA, TRANSKAFKASYA
Çerkezler Kafkasya’nın otokton (yerli) halklarındandır. Türkiye’de Kafkasya tanımı olarak genellikle “Doğusunda Hazar Denizi, batıda Azak Denizi ve Karadeniz, kuzeyde Kuban ve Kuma nehirleri, güneyde Türkiye ve İran ile çevrelenmiş bölgeye Kafkasya denmektedir.” şeklinde belirtilmektedir (Sapmaz, 2008, s. 19). Bu tanıma göre Kafkas sıra dağlarını ortasına alan Kafkasya, Kuzey ve Güney Kafkasya olarak ikiye ayrılmaktadır. Güney Kafkasya için, Ruslar “Zakavkaz”, İngilizler “Transcaucasus”, Osmanlı ve Araplar ise “Mavera-i Kafkasya” demişler ve Güney Kafkasya yerine “Kafkas Ötesi” anlamına gelen bir isim kullanmışlardır (Sapmaz, 2008, s. 22). Yani Kafkas sıra dağlarının kuzeyine Kafkasya, Caucasus ve Kavkaz diyen bu devletlerin, sıradağların güneyinde kalan bölgeyi Kafkasya’ya dahil etmeyerek “Kafkas Ötesi” adını kullanmayı tercih ettikleri anlaşılmaktadır.
Coğrafi terminolojideki bu karışıklık, Kafkasya’lı halkların tanımlarını da değiştirmekte, farklı ülkelerin kullandığı farklı siyasal terminolojiler, oradaki çok eski tarihlerden günümüze dek oluşan sosyo-kültürel etkileşimlerin sonuçlarının anlaşılmasını da güçleştirmektedir. Bölgeye 14.yy dan sonra yerleşmeye başlayan Türk boyları üzerinden kurgulanmaya çalışılan Kafkasya politikalarının etkisinde yapılan yayınlar bilimsel ve tarihsel gerçekliklerden uzak kalmakta, Kafkasyalı halkların sosyal yapılarının ve birbirileri ile olan kültürel ilişkilerinin anlaşılmasını da güçleştirmektedir. Ancak bu tanımların yaygın kullanışı sonucu Kafkasya’nın sınırları genişlemiş, farklı dil ailelerinden ve kültür köklerinden gelen Azeri, Ermeni ve Gürcüler de aynı derecede Güney Kafkasyalı olarak kabul edilmişlerdir. Dil ve kültür üzerine yapılan sosyal araştırmalarda bu gibi detaylara dikkat edilmesi gerekmektedir.
ÇERKEZ KİMLİĞİNİN ASLI VE TÜRKİYE ÇERKEZLERİNİN KİMLİK ALGISINDAKİ FARKLILIKLARIN SEBEPLERİ
Çerkez, Çerkes veya Adıge: Kafkasya’nın en eski otokton halklarındandır. Çerkezler bütün boyları ile birlikte kendi dilinde kendilerine Adıge (Адыгэ) adını vermektedirler. Adıge (Çerkez) boyları; Abzehler, Besleneyler, Bjeduğlar, Çemguylar (Temirgoylar), Hakuçlar, Hatukoylar, Kabartaylar, Mahoşlar, Mamkeyler, Natukheyler, Şapsığlar ve Yeçeriykolar şeklinde 12 gruptan oluşmakta idiler ve 19.yy’la kadar da bu şekilde devam etmişlerdir. Günümüzde Hakuçlar, Mahoşlar, Mamkeyler ve Yeçeriykolar küçük topluluklar olduğundan diğer büyük grupların, bilhassa Abzeh ve Şapsığ grupları içinde yer almaktadırlar. Ubıhlar (Vubıhlar), daha önceleri Çerkezlere katılmamış olsalar da 19.yy döneminde Çerkezler ile birlikte savaşmışlar ve 1864 te savaşı kaybedince Anadolu’ya yine Çerkezler ile birlikte göç etmek zorunda bırakılmışlardır. Sonrasında, Adıgeceye çok yakın olan dilleri ve coğrafi konumları nedeniyle, Ubıhlar’ın kanaat önderleri (Thamateleri) bir araya gelerek az oldukları ve kültürel yakınlıklarından dolayı Adıge (Çerkez) boylarına katılmaya karar vermişlerdir (Altın, 2011). Ubıhlar (Vubıh), geçmişte ayrı bir dilleri olsa da bugün çoğunluğu Adıgeler (Çerkesler) ile birlikte yaşadığından ve Adıgece (Çerkezce) konuştuğundan dolayı Adıge boyu olarak değerlendirilebilir (Kaya, 2015, s. 137).
İngilizcede Sirkaşyın (Circassian) ve Rusçada ise Çerkeskiy (Черкесский) olarak geçen bu isim için Türk Dil Kurumu doğru yazım şekli olarak “Çerkez” kelimesini kullanmaktadır. Buna rağmen Türkiye’de yaşayan Çerkezler kendilerini Türkçe ifade ederken “Çerkes” kelimesini kullanmayı tercih etmektedirler. Çerkes adı 19. yüzyılda Kafkasya’yı ziyaret eden pek çok kişi tarafından kendilerine Adıge diyen Kuzey-batı Kafkasyalı halkı tarif etmek için kullanılmıştır (Boz, 2010).
19.yy da Kafkasya uluslararası ilişkilerde önemli bir coğrafi konum idi. Bu dönemde yalnızca Rusya-Osmanlı-İran arasında değil aynı zamanda Britanya-Rusya ve Fransa arasındaki emperyalist çıkar çatışmaları için de odak noktası olmuştur. Dönemin büyük güçleri arasında “Çerkes Meselesi” olarak ifade edilen bir sorun olarak görülmekte idiler. Rusya İngiltere ve Osmanlı için bu mesele, Kafkasların Kuzey-batısında avantaj ve üstünlük sağlama sorunu idi. Rusçada ve yabancı kaynaklarda Adıgelerin ülkesinin adı “Çerkesya”, kendileri de Çerkes olarak biliniyorlardı (Kasumov & Kasumov, 1995). Dolayısıyla Çerkez adı bu devletlerce Adıgeler için kullanılmaktaydı. Fakat 20.yy başlarından itibaren siyasi olarak Çerkez etnik kimlik tanımı tüm Kafkasyalı halkları içine alacak şekilde genişletilmeye çalışıldığı bir çok kaynakta belirgin olarak gözlemlenebilmektedir.
Yukarıda da değindiğimiz tarihi olaylar ile birlikte, Çerkez kelimesinin anlamı için siyasal alanda değişik tanımların yapılmış olması, örgün eğitimde anlatılan tarih dersleri ile paralel olarak bu etnik gruba mensup olanlara öğretilen tanım ve bilgilerin zamanla kabul görmesi gibi nedenlerin, içinde bulunduğu toplumla bütünleşme eğilimi gösteren Çerkezlerin bir kısmının bu konudaki algısının değişmesinde temel oluşturduğu söylenebilir. Bununla beraber Çerkezlere nazaran Türkiye’de çok daha az nüfusa sahip olan diğer Kafkasyalı halkların (Abhaz, Oset, Çeçen vb.) Çerkezlere yakın olarak yaşayanlarının da yine birlikte yaşamın ve yakın komşuluk ilişkilerinin doğurduğu doğal bütünleşme neticesinde, kendilerini Çerkez olarak nitelendirmeleri gayet doğaldır. Ancak bu halkların mensupları arasında da kendi etnik grupları ile birlikte yaşama imkanına sahip olanlar kendilerini asıl etnik kimlik adları ile ifade etmeyi tercih etmektedirler.[10]
SONUÇ
Bugün kırktan fazla ülkede dağınık olarak yaşayan Çerkezler (Nemlioğlu, 2016) doğal olarak, tarihin farklı dönemlerinde içinde bulundukları şartlara uyum sağlamaya çalışırken birbirlerinden kısmen de olsa farklılaşmışlardır. Ancak yine de günümüzde halen dillerini ve kültürlerini yaşatıyor olmaları onların başlı başına özgün bir etnik kültür ve millet olma durumunun sürdüğü gerçeğini ortaya koymaktadır. Siyasal anlamda da Kafkasya’da bulunan ve Rusya federasyonuna bağlı olan üç özerk cumhuriyetin ikinci resmi dili (Nemlioğlu, 2018, s. 2) olan Çerkezce her ne kadar 2010 yılında UNESCO tarafından yayınlanan “Kaybolmaya Yüz Tutmuş Diller” atlasında savunmasız olarak derecelendirilmiş (Moseley, 2010) olsa da henüz kaybolmamış ve tüm dünyada dağınık olarak yaşayan ve dilini bilen Çerkezler tarafından ortak iletişim dili olarak kullanılmaktadır.
“Çerkez”, “Çerkes” ve “Adıge” kelimeleri aynı etnik kimliği tanımlayan eş anlamlı kelimelerdir. Bugün Türkçe’de bulunan Çerkes ve Çerkez kelimelerinin -s/-z farkının kaldırılarak teke indirilmesi ve Türkçe ifadede en doğrusunun saptanması resmi olarak Türk Dil Kurumu (TDK)’nun görevidir. Ancak bunun sağlanabilmesi için önce TDK’nın sözlüklerindeki tanımı antropolojik ve etnolojik bilgiler ışığında düzeltmesi gerekmektedir. Adıge kelimesi de günümüzde Türkçe literatüre girmiş bulunmaktadır. Nitekim Millî Eğitim Bakanlığı’nın Orta Öğretimde hayata geçirdiği Yaşayan Diller ve Lehçeler Seçmeli dersleri listesinde Çerkezce dilinin adı Adıgece (Adıge dili) olarak kullanılmıştır (MEB, 2017). Bunun yanında bugün Düzce ve Erciyes Üniversitelerinde Fen Edebiyat Fakültelerinde bölüm/anabilim dalı olarak Çerkez Dili ve Edebiyatı bölümleri bulunmakta ve buralarda da bu dil Çerkezce adı ile öğretilirken bu dilin sahibi olan Çerkez halkının etnik kültürü ve tarihine yönelik dersler de verilmektedir. Ayrıca Düzce Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde 2015 yılında başlayan Lisans Üstü eğitim programları ile birlikte bu dil ve kültüre ait yapılan bilimsel çalışmalar ve yayınlar da ülkemiz literatürüne kazandırılmaya devam etmektedir. Bu kültür üzerine araştırma yapmak isteyenlerin, bir ön bilgiye sahip değillerse, araştırmalarına bu bölümlerden bilgi alarak başlamaları faydalı olacaktır.
Dolayısıyla belirli bir etnik kimlik/etnik kültür üzerine sosyal araştırma yapmak isteyen bilim insanları ve araştırmacıların terminolojiyi ve adlandırmaları doğru kullanmaları, yani tarihsel, sosyolojik, antropolojik vb. bilgiler ışığında tutarlı bir şekilde tanımlamaları, araştırdıkları etnik kimliğe ait ortaya koyacakları bilgi ve bulguları da daha anlaşılır ve tutarlı hale getirecektir. Belirli bir etnik (kültürel) kimliğin ve o kimliği benimseyen bireylerin sosyal konumlarının doğru anlaşılabilmesi için terminolojinin ve tanımların da muhakkak doğru kullanılması, yapılan çıkarımların somut dayanaklarla gerçekçi olmasının sağlanması gerekmektedir. Değilse bu alanda yapılan çalışma bilimsellikten uzaklaşıp siyasete dönüşecektir. Bilim insanı, toplumda yer etmiş önyargılara ve siyasi manipülasyonlara kapılmamak için, kullandığı sözcüklerin kesin bir tanımını yapmalı, bunu yaparken de siyasi angajman etkisiyle değil bilimsel yöntemlerle yaptığı çalışmaların sonuçları ile hareket etmelidir.
__________________________________________________________
[1] Endogamik, (ing. Endogamy): İç-evlilik olarak da adlandırılan endogami, birinin kendi grubundan olan biri ile evlenmesini sağlamaktır. İçsel kısıtlamaları aşmanın cezaları kültürler arasında büyük farklılıklar göstermiş ve bu cezalar ölümden, hafif onaylamamaya kadar değişkenlik gösterir (Pauls, 2019).
[2] Bu çalışmada literatür taramalarında tutarlılık sağlanabilmesi için Çerkez kelimesi TDK’nın yazım şekli esas alınarak kullanılmıştır. Bunun yanı sıra, çeşitli yayınlardan yapılan alıntılarda kullanılan, “Çerkes” ve “Adıge” sözcükleri de aynı anlamı taşımaktadırlar.
[3][3] De Facto kelime anlamı olaraktan “gerçekte olan-fiili-uygulamada olan” gibi anlamlar taşımaktadır. Dünya’da De Facto bölgelere en güzel örneklerden birisi olan KKTC de bağımsız bir devlettir. KKTC uluslararası ilişkilerde Türkiye ve Libya tarafından tanınmış bir devlettir. Bu kadar az ülke tarafından tanınması KKTC’yi uluslararası alanda yok sayamaz. Çünkü o bölgeye gittiğinizde De Facto kavramında geçen “gerçekte olan-fiili” durumla karşılaşılacaktır (Korkusuz, 2018).
[4] 1763 1864 yılları arasında gerçekleşen, farklı kaynaklarda “Rus-Kafkas Savaşları”, “Kafkas-Rus Savaşları”, “Çerkez-Rus Savaşları”, “101 yıl savaşları” gibi farklı isimlerle anılan savaşları ifade etmek için; çatışan milletlerden, saldıran tarafın adı önce, savunan tarafın adı sonra gelecek şekilde bir ifade tarzı benimsenerek, bahsi geçen savaşların adının bu şekilde belirtilmesi tercih edilmiştir.
[5] Taraflaşma: İki veya daha fazla farklı ideoloji, grup, görüş veya akımdan belirli birine yakınlaşmak, taraf olmak.
[6] Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu öncesi 1919-1923 tarihleri arasını kapsayan dönem (Kaygusuz, 2005).
[7]Fatih Altaylı: Ben de konuşmanın bir yerinde “Ama bu sorun yaratmadıkları veya yaratmayacakları anlamına gelmiyor. Mesela bir süredir bu şekilde Türkiye’ye gelmiş grupların da talepleri oluyor. Mesela bazı Çerkesler kültürel hak talebinde bulunuyorlar. Yarın öbür gün Suriyeli göçmenler de bu taleplerde bulunabilirler” minvalinde bir şeyler söyledim. Buradaki kilit laf “Bazı”. Ki Murat Bardakçı da, İlber Ortaylı da geçmişte benzer eleştiriler yapmışlardı. Elbette ki, Türkiye’deki tüm etnik gruplar gibi tüm İmparatorluk bakiyeleri, coğrafyamızdan zorunlu olarak kopup bu toprakları vatan bellemiş herkes bu ülkenin asli ve kurucu unsurudur. Ama bu unsurların her biri kalkıp “Bizim haklarımız” diye ayrı ayrı kıyamet koparmaya başlarsa bu ülke içinden çıkılmaz bir hal alır.
[8] Bu konuya örnek olacak iki farklı yerde iki örnek yazacağız.
[9] Düzce’nin birçok köyünde asılan “Vatandaş Türkçe Konuş” tabelası örnekleri halen bulunmaktadır. Ayrıca o dönemde ilk öğretim okullarına giden ve bugün halen hayatta olan Çerkez yaşlıların okulda Türkçe konuşamadığı için dayak yediklerine dair hikayeleri çeşitli sosyal medya paylaşımlarında da bulunmaktadır (Şahin Ö. , 2014).
[10] Örnek olarak yazarın yaşadığı bölge olan Sakarya, Düzce ve Bolu bölgesinde yaşayan Abhazlar (Abazalar) kendilerine “Çerkez misiniz?” sorusu yöneltildiğinde genellikle “Hayır, biz Abazayız..” şeklinde cevap vermektedirler. Özellikle, çok entikli ve yirmiden fazla yerel dilin konuşulduğu bir yapıya sahip olan Düzce ilinde yeni tanışanların birbirlerine “siz hangi millettensiniz?” sorusunu sorumaları günlük yaşamda yerleşmiş doğal bir gelenektir. Çerkez ve Abhaz nüfusunun daha az yoğun ve daha homojen olduğu farklı bölgelerde Çerkez kökenli olmayan bireylerin de kendilerini ifade ederken “Evet biz, Çerkeziz, Abazaların … sülalesindeniz.” gibi ifadelerle kimliklerini belirttikleri gözlemlenebilmektedir. Hatta nadiren de olsa bizzat Çerkez kökenli olanların da “Biz Çerkez Türküyüz..” veya “Babam ve/veya annem Çerkezmiş ama ben Türküm” şeklinde ifadelerine de tanık olunabilmektedir.
KAYNAKLAR:
Aktar, A. (2018). Varlık Vergisi ve “Türkleştirme” Politikaları. İstanbul: İletişim Yayınları.
Altın, F. (2011). Neudefinition der Tscherkessin im Spannungsfeld religiöser Dogmen und tscherkessischer Tradition (Doktora Tezi). Frankfurt: Johann Wolfgang Goethe-Universität Frankfurt/M, Universität Presse. Hochschulschrift Zugl.: Frankfurt/Main, Univ., Diss.
Altın, F. (2016). Düzce Üniversitesinde Çerkes Dili ve Edebiyatının Gelişmesi ve Türkiye’nin Sosyo-Kültürel Alanda Toplumsal Gelişmesine Yeni Katkıları. AF2016 Adıge Filolojisi – Güncel Konular (s. 25-45). Düzce: APRA Yayıncılık.
ATASEN. (2015, 08 17). HDP Projesi. 06 01, 2019 tarihinde FACEBOOK Atasendika Sayfası: https://www.facebook.com/ATASENDIKA/photos/a.573170289398659.1073741841.159063057476053/856560184393000/?type=3&src=https%3A%2F%2Fscontent-fra3-1.xx.fbcdn.net%2Fhphotos-xtp1%2Fv%2Ft1.0-9%2F11219689_856560184393000_5437085497620127348_n.png%3Foh%3D2e611be7 adresinden alındı
Beaud, S., & Noiriel, G. (2003). “Göçmenlerin Bütünleşmesini” Düşünmek. (D. Fırat, Dü.) Toplumbilim Göç Sosyolojisi özel sayısı, 17, 15-24.
Berkok, İ. (1958). Tarihte Kafkasya. İstanbul: İstanbul Matbaası.
Bolat, G. (2013, Nisan-Ekim). Kavram Tartışmaları Terafında 21 Mayıs 1864 Çerkes Sürgünü. (C. Elitaş, & B. Açan, Dü) Yalova Sosyal Bilimler Dergisi, 3(6), s. 121-142.
Boz, E. (2010). Çerkes Etnik Kimliğinin Yeniden İnşaasında Akrabalık (Yüksek Lisans Tezi). Ankara: Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Çağırkan, B. (2016). Göç, Hibrit Kimlik ve Aidiyet: Yeni Toplumlar, Yeni Kimlikler. İnsan ve Toplum Bilimleri Araştırmaları Dergisi, Cilt:5, Sayı:8, 2613-2623. http://www.itobiad.com/en/download/article-file/263588 adresinden alındı
Çelik, K. (2007, Kasım). Milli Mücadelede İç İsyanlar, Vatana İhanet Kanunu ve İstiklal Mahkemeleri. Atatürk Yolu Dergisi(40), 569-613.
Çelik, N. (2013). Max Weber’de Etnisite Kavramı. Sosyoloji Dergisi, Sayı:29, 23-38.
Demir, G., & Bolat, S. (2017). Çerkez’lerde Kimlik ve Aidiyet. (P. D. Ergan, Dü.) Sosyoloji Konferansları, 2017-1(55), 1-42. doi:10.18368/iusoskon.328243
Erder, S. (1997). Kentsel Gerilim. Ankara: um:ag Vakfı.
Erkal, M. E. (2001, Temmuz-Ağustos). Etniklik ve Etnik Grup Kavramları Üzerine. Türkiye ve Siyaset, Sayı:3, 33-40. http://www.durmushocaoglu.com/data/kutuphane/5_Etniklik_ve_Etnik_Grup_Kavramlari_Uzerine.pdf adresinden alındı
Ertan, T. F., & Bulut, S. (Dü). (2015). Milli Mücadelede İç Ayaklanmalar. Sakarya Zaferi ve Haymana III (s. 25-47). Ankara: Ankara Üniversitesi Basımevi.
Güldiken, N. (2006). Ulus, Ulus-Devlet ve Uluslaşma Kavramlarına İlişkin Tartışmalar ve Türkiye. C. Ü. İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, 7(2), s. 157-168. 05 31, 2019 tarihinde http://eskidergi.cumhuriyet.edu.tr/makale/1335.pdf adresinden alındı
Haber 46. (2018, 12 08). Fatih Altaylı’dan Çerkeslere! Bölücüyseniz sözlerimden alınabilirsiniz. 06 01, 2019 tarihinde Haber 46: https://www.haber46.com.tr/dunya/fatih-altayli-dan-cerkeslere-bolucuyseniz-sozlerimden-alinabilirsiniz-h354480.html adresinden alındı
Hotko, S. (2015). Çerkeslerin (Adıgelerin) Tarihi (1 b.). (O. Uravelli, Çev.) İstanbul: APRA Yayıncılık.
Kasumov, A., & Kasumov, H. (1995). Çerkes Soykırımı, Çerkeslerin XIX. Yüzyıl Kurtuluş Savaşı Tarihi (1 b.). (F. Huvaj, Dü., & O. Uravelli, Çev.) Ankara: KAF-DER.
Kaya, A. (2007). Diasporada Çerkes Kimliğinin Dönüşümü: Değişen siyasal konjonktür karşısında yeniden tanımlanan etnik sınırlar. (S. C. Mazlum, & E. Doğan, Dü) Sivil Toplum ve Dış Politika: Yeni Sorunlar, Yeni Aktörler, 57-76.
Kaya, A. (2015). Türkiye’de Çerkesler. M. M. Erdoğan, & A. Kaya içinde, Türkiye’nin Göç Tarihi (s. 133-151). İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.
Kaygusuz, Ö. (2005, Ocak). Modern Türk Vatandaşlığı Kavramının Erken Öncüleri: Milli Mücadele Dönemi’nde Ulusal Vatandaşlığın Kuruluşu. (Ç. Özden, Dü.) Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, 60(2), s. 195-217. https://dergipark.org.tr/ausbf/issue/3218/44807 adresinden alındı
KKC. (2018). “Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti” 100 Yaşında. 05 31, 2019 tarihinde Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti: http://kuzeykafkasyacumhuriyeti.org/tarih.html adresinden alındı
Korkusuz, T. (2018, 06 06). Siyasi Coğrafya’da De Facto-De Jure Kavramları ve Bölgeleri. 06 01, 2019 tarihinde Stratejik Ortak: https://www.stratejikortak.com/2018/06/siyasi-cografyasinda-de-facto-de-jure-kavramlari-ve-bolgeleri.html adresinden alındı
Kömürcü, M. C. (2018, 21 06). Soyadı Kanunu Neden Çıkarıldı? 05 30, 2019 tarihinde Milliyet-Molatik: http://www.milliyet.com.tr/soyadi-kanunu-neden-cikarildi–molatik-8427/ adresinden alındı
MEB. (2017, 02 28). 2017-2018 Eğitim Öğretim Yılında Okutulacak Seçmeli Derslerin Seçimine İlişkin Açıklama. 11 23, 2017 tarihinde T.C. Milli Eğitim Bakanlığı Temel Eğitim Genel Müdürlüğü: http://tegm.meb.gov.tr/www/2017-2018-egitim-ogretim-yilinda-okutulacak-secmeli-derslerin-secimine-iliskin-aciklama/icerik/431 adresinden alındı
Moseley, C. (2010). UNESCO Atlas of the World’s Languages in Danger. Mart 5, 2016 tarihinde UNESCO: http://www.unesco.org/languages-atlas/index.php?hl=en&page=atlasmap&lid=1064 adresinden alındı
Nemlioğlu, M. U. (2016, Aralık). Adıge (Çerkes) Diasporasının Bugünü. (M. Khachemizova, F. Altın, & Y. Şen, Dü) Adıge Filolojisi Güncel Konular Sempozyumu, 1, 350-365.
Nemlioğlu, M. U. (2018). Bilişim ve İnternette Adıge Dilinin Kullanımının Yaygınlaşmasının Sağlanması (Yüksek Lisans Tezi). Düzce Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Düzce. https://tez.yok.gov.tr/UlusalTezMerkezi/ adresinden alındı
Özdemir, Y., Şimşek, U., & Aktaş, E. (2008). Postmodernite ve Etnisite. Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 12(2), 325-336. https://dergipark.org.tr/en/pub/ataunisosbil/issue/2822/38081 adresinden alındı
Pauls, E. P. (2019). Endogamy. 06 07, 2019 tarihinde Encyclopedia Britannica: https://www.britannica.com/topic/endogamy adresinden alındı
Sapmaz, A. (2008). Rusya’nın Transkafkasya Politikası ve Türkiye’ye etkileri. İstanbul: Ötüken Neşriyat A.Ş.
Sepetcioğlu, T. E. (2011). Türkiye’de Ana Dili Türkçe Olmayan Göçmen Topluluklara Yaklaşımlara Dair Bir Örnek: Girit Göçmenleri. (Y. D. Mehmetefendioğlu, Dü.) Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi, Cilt: IX Sayı: 20-21, s. 77-108. http://ataturkilkeleri.deu.edu.tr/ai/uploaded_files/file/dergi%2020-21/Sayi_20_21.pdf adresinden alındı
Şahin, C. (2016). Çerkes Göçleri ve Çerkeslerin Anadolu’da Yurt Edinme Arayışları: Sakarya – Maksudiye Köyü Örneği. (M. Yiğitoğlu, Dü.) İnsan ve Toplum Bilimleri Araştırmaları Dergisi, 5(8), 2782 – 2816. doi:10.15869/itobiad.273556
Şahin, Ö. (2014, 03 07). Yasak Dil Çerkesçe. Facebook: https://www.facebook.com/Cerkesizm/photos/yasak-dil-%C3%A7erkes%C3%A7ebabam-bana-seslendi%C4%9Finde-ertesi-g%C3%BCn-ba%C5%9Flayacak-yeni-orta-okul-/10151983357308583/ adresinden alındı
TDK. (2019, Mayıs 26). Bütük Türkçe Sözlük. Türk Dil Kurumu Sözlükleri: http://sozluk.gov.tr/ adresinden alındı
Time Turk. (2013, 08 27). Anadil yasağı Türkiye’de böyle uygulanmıştı. 06 08, 2019 tarihinde Time Turk: https://www.timeturk.com/tr/2013/08/27/anadil-yasagi-turkiye-de-boyle-uygulanmisti.html adresinden alındı
Ünal, M. (1996). Kurtuluş Savaşında Çerkeslerin Rolü (1 b.). İstanbul: Cem Yayınevi.